2.3 Bilgi Nasıl İlerler? Paradigmalar

 

Bilimde kuramın önemini açıklarken, biliminsanlarının birbirleriyle kuramlar aracılığıyla iletişim kurduklarını söylemiştik, kuramların farklı çıkarımlarının farklı coğrafya ve bağlamlarda test edilmesi, yanlış olanlarının ayıklanmasıyla bilimsel bilgi ilerleyebilir, böyle bir perspektiften her araştırma çalışması bazı soruları yanıtlayarak kuramların gelişmesine katkıda bulunabilir, bir açıdan evrimsel bir bakış açısıyla düzenli sorgulamalardan geçerken “sağ kalabilen” kuramlar bilimsel bilgimizin çerçevesini oluşturur.

Pekiyi, bu eleme süreci nasıl olur, bilimsel bilgi nasıl ilerler? Geleneksel yaklaşım bilimin kümülatif olarak ilerlediğini öne sürer. Bizden öncekilerin sordukları sorulara aldıkları yanıtlar sayesinde, biz yeni sorular sorar ve yanıtlarız. Her gün eski bilgilerin test edilmesi ve ayıklanmasıyla, bilimsel bilgide kümülatif olarak bir artış olur, o kadar ki, bir gün her şeyin mükemmel olarak bilinebileceği bir anın gelmesini bekleyebiliriz. Daha önce derinlemesine tartıştığımız pozitivist bilim anlayışının doğrusallığının bu tür bir ilerleme anlayışının temellerini oluşturduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Bilim felsefecisi Thomas Kuhn ise bilimin doğrusal bir hatta ilerlediği görüşüne şüpheyle yaklaşır. Kendi ilgi alanı olan “doğal” bilimler alanında ilerlemenin birbirini bütünleyici şekilde olduğunu bilen Kuhn, sosyal bilimlere baktığında belirli bir anda aynı konuya açıklama getirmeye çalışan birden fazla bakış açısı olduğunu gözlemler ve kendisine sorar: “Neden ‘doğal’ bilimler alanında da böyle olmasın?” Bunun sonucu olarak yazdığı “Bilimsel Devrimlerin Yapısı” başlıklı çalışmasında, bilimin doğrusal ilerlediği görüşüne karşı; sıçramalarla ilerlediğini öne sürer, bu sıçramalar “bilimsel devrimleri” oluşturur. Bu bilimsel devrimler aslında yeni soruların ve yeni araçların da gelişmesini sağlar.

Kuhn, çalışmasında “tarihi yeniden sahneye çıkarmayı” hedefler, ona göre “tarih yalnızca bir zaman dizimi ve anlatı deposu olarak görülmediğinde, şu anda bize egemen olan bilim imgesinde esaslı bir dönüşüme yol açabilir.”  Böylelikle, bir kuramın neler söylediğinin yanı sıra, hangi tarihsel koşullar altında geliştirildiğini anlamak daha iyi anlamamızı mümkün kılar.

Kuhn, bilim tarihinin birbirini takip eden iki farklı dönemden oluştuğunu düşünür: “Olağan” ve “olağandışı”. Olağan bilim dönemlerinde egemen bir bilim yapma şekli bulunur, bu bilim yapma şekli hangi soruların araştırılmaya değer olduğunu, bu araştırmalarda hangi araçların kullanılacağını ve hangi sonuçlara varılması gerektiğini belirler. Bu egemen bilim yapma şekline Kuhn “paradigma” adını verir, bilimin ilerlemesi bu paradigma içinde olur. Olağandışı dönemler ise egemen paradigmanın sorulan soruları yanıtlayamadığı, bu çözümsüzlüğün içerisinde bu soruları yanıtlamaya aday yeni paradigmaların ortaya çıktığı dönemler olarak tanımlanır; bu bunalımın sonucunda yeni paradigmalardan biri sorulan soruları yanıtlama konusunda diğerlerinden daha başarılı olur ve egemen paradigma haline gelir. Diğer paradigmalar, başka bir olağandışı döneme kadar gözden kaybolurlar.

Olağan bilim sürecine geçişte, rekabet eden paradigmalardan bazıları bilim insanlarını kendilerine çekmekte daha başarılı olurlar, bu paradigmanın görüşleri önceleri teker teker ayrı dergilerde, toplantılarda duyulur. Daha sonra bu görüşleri savunanlar kendilerine benzeyenlerle bir araya gelecekleri toplantıları düzenler, aynı paradigma içerisinden çalışmaların yayınlanacağı süreli dergilerin yayınlanmasını sağlarlar. İlerleyen zamanlarda bu biliminsanları kendilerine ait dernekleri kuracak, yıllık konferanslarda buluşacak ve kendi müfredatlarını oluşturacak kadar güçlenirler. Bu aşamada paradigmanın kurucu metinleri dağınık olarak bulunurken, en son aşamada paradigmanın kurumsallaşmasıyla ders kitapları yazılır, bu ders kitaplarındaysa paradigmanın tarihi doğrusal bir gelişim süreciymiş gibi anlatılır. Kurumsallaşma sürecinde geciken diğer paradigmalarsa radikalleşir ve gözden kaybolurlar.


Şekil 2.1: Bilimin Gelişimi ve Yeni Paradigmalar

 

Meraklısına Ek Kaynak: Bukonuda daha fazla bilgi edinmek isterseniz "Thomas Kuhn’un görüşü: Bilim nasıl ilerler?" isimli yazıya, Cemal Yıldırım'ın "Bilimsel Düşünme Yöntemi" isimli kitaba ve "Paradigma Nedir?" başlıklı videoya göz atabilirsiniz.

 

Bilgi Kutusu 2.1 
"Lakatos, Popper ve Kuhn’un görüşlerini sentezlemiş ve bilim felsefesi literatürüne “Bilimsel Araştırma Programları” (BAP) metodolojisini kazandırmıştır. BAP, bir bilimsel araştırma kuralları disiplini olup aynı metafizik inançlarına sahip teorilerden oluşan tarihi süreç şeklinde tanımlanabilir. BAP, Kuhn’daki paradigma kavramına yaklaşmaktadır. Teoriler tek başlarına ele alınmamakta, birlikte incelenmektedir. BAP üç unsurdan oluşmaktadır: Sert çekirdek, koruyucu kuşak, pozitif negatif anlama aracı. Sert çekirdek; BAP’ı niteleyen ayırıcı özelliktir. Sert çekirdek aksiyomlar setidir, metafizik unsurdur, inançlardan oluşur. Bunu belirleyen bilim adamları topluluğunun bağlı olduğu geleneklerdir. Koruyucu kuşak; sert çekirdeği koruyan hipotezlerdir. Sert çekirdek kolay kolay değişmez, ancak koruyucu kuşak daha esnektir, değişebilir. Gözlem veya deneyle ortaya çıkan durumla program arasında bir uyumsuzluk ortaya çıkınca bunun öncelikle sert çekirdekten değil başka nedenlerden kaynaklandığı düşünülür ve ad hoc hipotezlerle uyumsuzluk giderilmeye çalışılır. Sert çekirdeği korumak için yardımcı ya da ad hoc hipotezlerin geliştirildiği alan koruyucu kuşaktır. Anlama aracı; BAP’ın nasıl anlaşılması gerektiğini belirler, pozitif ve negatif olmak üzere ikiye ayrılır. Pozitif anlama aracı kısmen BAP’ın reddedilebilir kısımlarını geliştirir. Bilim adamlarına ne yapmaları gerektiğini söyleyerek bütün yardımcı hipotezlerle koruyucu kuşağa yöneltir. Negatif anlama aracı sert çekirdeğin araştırılmasına izin vermez, araştırmanın reddedilemez parçasıdır, bilim adamlarına ne yapmamaları gerektiğini söyleyerek sert çekirdeğin sorgulanmasına yönelmeyi yasaklar. Teori gerçek dünya olayları ile çeliştiğinde hemen terk edilmez. Ancak daha iyi ve başarılı program ortaya çıkarsa sert çekirdek değişebilir, çökebilir. Koruyucu kuşakta normal olmayan bu durumu açıklayan yardımcı bir hipotez oluşturulur ya da normal olmayan bu durum açıklanamıyorsa göz ardı edilir, dikkatler diğer sorulara yöneltilir . Bu nedenle koruyucu kuşak sürekli değiştirilir, geliştirilir. Koruyucu kuşakta meydana gelen değişikliklerin ileri götürücü bir problem kaymasına neden olması durumunda araştırma programı başarılı, tersine yozlaştırıcı bir problem kaymasına götürmesi durumunda program başarısızdır. Bu açıdan bakıldığında bu yaklaşımda teoriler sınanmakta, araştırma programları ise değerlendirilmektedir. Lakatos’a göre, BAP’lar, hiçbir zaman birdenbire yok olmazlar. Kısırlıklar kendini hissettirdikçe yavaş yavaş kaybolurlar. Bu yöntemde bilimsel devrimler yoktur. Lakatos’a göre eğer bir araştırma programı, öncekinin ampirik içeriğini büyütüyorsa “ilerleyici”, bunu sağlamıyorsa “yozlaşan-terk edilen” olarak nitelendirilir. Zaman içinde ilerleyici bir araştırma programı yozlaştırıcı, yozlaştırıcı bir araştırma programı ilerleyici olabilir. Bu nedenle Lakatos’da ilerleyici-yozlaşan program ayrımı mutlak değil, görelidir. Ayrım zaman anı yerine, zaman döneminde yapılır. (Eren, 1992, Demir, 1995). Özetle, Lakatos, bilimde değer yargılarının varlığını kabul ederken, aynı zamanda Popper’deki ampirik içeriğin artırılması gerektiği görüşündedir." Kök & Şimşek, 2012, s.5.

Paradigma Örnekleri:

Paradigmaların nasıl geliştiğini, paradigmatik kaymanın nasıl gerçekleştiğini ve bilimsel devrimlerin nasıl gerçekleştiğini anlayabilmek için bazı sosyal bilim paradigmalarını örnek olarak yakından incelememiz yararlı olabilir. Aşağıda bazı sosyal bilim paradigmalarına dair özet bilgiler sunulmuştur:

Örnek Kutusu 2.1:  Siyasal Psikoloji
Dünya sahnesinde yaşanan olaylar, uluslararası ilişkiler akademisyenlerinin terörizm, radikalleşmenin nedenlerini anlamaya yönelik ilgilerini artırmıştır. Bununa bağlantılı olarak “az sayıda büyük ve önemli şey”  söyleyen büyük sistematik teorilerin yerini, bu makro düzeydeki teorilerin de mikro düzeydeki varsayımlara dayandığından yola çıkarak mikro düzeydeki yaklaşımlar almaya başlamıştır. İnsan ve grupların siyasi davranış, tutum ve duygularının kökenlerini, bu davranış, tutum ve duyguların temelinde yatan zihinsel işleyişleri inceleyen bir alan olan siyasal psikoloji toplumsal ve siyasal süreçlerle ilgili rasyonel ve rasyonel olmayan davranışları anlamaya çalışır. Günümüzde, insanların politik seçimlerinde duyguların etkisinin araştırılmasına olan ilgi artışı, kamuoyu üzerinden yapılan çalışmaların artması da siyasal psikoloji alanında yapılan çalışmaları artırmıştır. Gelecekte kitle ve seçkin politik davranış çalışmalarında ve uluslararası politik ekonomi çalışmalarının güçlendirmek için daha çok psikolojik çalışmaya da ihtiyaç duyulduğundan söz edilmektedir.
Örnek Kutusu  2.2:  Ekonomi
Ekonomi, Keynesçilerin veya Parasalcılarınkinden daha yeterli açıklamalar getirmek için kendi rakip paradigmalarını çoğalttı. Keynesçiler eş zamanlı gelişen yüksek enflasyon ve yüksek işsizlik karşısında şaşkına dönerken, Parasalcılar ise para arzı ve faiz oranları arasında sabit bir ilişki göstermede başarısız oldu. Yakın tarihli “Rasyonel Beklentiler” okulu, hükümetin ekonomi politikasının ancak insanların öngörülerini şaşırttığı sürece üretimi etkileyebileceğini öğretmektedir. Neo Keynesçiler gelir dağılımının nisbi fiyat tarafından veya yatırımın tasarruflar tarafından belirlendiğini reddedip, durumun tam tersini iddia etmektedirler. Büyük firmalar, piyasa kontrolü yoluyla fiyatları artırabilir ve yatırımları iç kaynaklardan finanse edebilirler. Enflasyon, insanların nispi gelir paylarını artırmaya çalışmalarından kaynaklanır. Gelecekte, “ekonomi insanı” ve zamanın rolü ile ilgili yapılan yeniden değerlendirmeler, eski paradigmaları geçersiz kılabilir.
Örnek Kutusu 2.3:  Neo - Marksizm 
Neo-Marksizm, Üçüncü Dünya’nın emperyalizm karşıtlığı, 1960’ların karşı kültürü ve daha önce yayınlanmamış metinlerin yayınlanmasıyla birlikte son zamanlarda gelişti. Bu yeni Marksistler, eski Marksist toplumsal teoriye ait üç ilkeyi yeniden gözden geçirdi. Aydınlanmanın kaçınılmaz doyum noktası olan sosyalizmden, zorunlu ilerlemeye olan inançsızlıkla beraber vazgeçilir. Ayrıca, daralan emek tabanının kapitalizmi krize sürükleyeceği fikri de terk edildi. Neo-marksistler artık üretim biçiminin diğer tüm toplumsal ilişkileri belirlediğine de inanmamaktadır. Günümüzde ise “yabancılaşma” çok temel bir Marksist kavram olarak görülmektedir.
Örnek Kutusu 2.4:  Çocuğun İyi Olma Hali 
Çocuklara yönelik sosyal politika alanında yapılan çalışmaların tarihsel sürecine bakıldığında araştırmacılar  çocuk alanındaki teorik ve normatif gelişmeler üzerine gözlüklerini değiştirmişlerdir. Öncelikle çocuk haklarının da insan hakları olarak tanımlanması ve BM Çocuk Haklarına dair Sözleşme’nin kabul edilmesi araştırmacıların baktıkları çerçeveyi değiştirmelerine neden olmuştur. Çocukların asgari yaşam standartlarından çocuğun yaşamının kalitesini anlamaya doğru yaşanan bir evrilme olmuştur. Bir diğer değişim ise; çocukların sadece gelecekte “olacak” canlılar değil, bugün “olan” bireyler olmasına ilişkindir. Günümüzde ulusal ve uluslararası çalışmalarda çocukların iyi olma hali yaklaşımı ile oluşturulan sosyal göstergeler alanında çalışanlar tarafından yaygın bir şekilde kabul edilen bir çalışma alanı olmuştur. Çocuğun iyi olma hali; çocuğun yaşam kalitesini ve memnuniyetini hem nesnel hem öznel göstergeler eşliğinde bütünsel ve çok boyutlu olarak anlamayı ve çocukların yapabilirliklerini artırmayı hedefleyen bir yaklaşımdır. Çocuk refahından çocuğun iyi olma hali araştırmalarına geçilmesi ile çocuğun yaşam kalitesi ve memnuniyetini anlamaya yönelik göstergeler çeşitlenmiştir. Eski çalışmalarda sadece eğitim, sağlık, sosyal bakım alanlarına odaklı göstergeler varken, günümüzde çocuk katılımı, çocuğun çevresindeki ile ilişkileri gibi yeni alanlar dahil edilmiştir. Bu gelişmeler sadece göstergeleri değil göstergelere dair araştırma yöntemlerini de değiştirmiştir. Geçmiş yıllarda yetişkin merkezli, yetişkininin gözünden çocukların yaşamına dair bir resim ortaya koyma çabası varken, çocuğun iyi olma hali perspektifine dayalı çalışmalarda çocuğun kendi günlük yaşamına dair deneyimine, çocuğun kendi anlatısına yer verilmekte, daha katılımcı araştırma yöntemleri kullanılmaktadır. Çocuğun iyi olma hali çalışmalarının yaygın kullanılmasının önemli nedenlerinden biri de uluslararası karşılaştırmalı çalışmalara, ilgili alanların izlenmesine ve politika yapıcıların çocuk odaklı politikalar geliştirmesine olanaklar sunmasıdır.