10.2 Sosyal Bilimlerde Deney

Sosyal bilimlerde deney yapılabilir mi?

 

Bu soruyu kalabalık bir sınıfta sorduğumuzda, az sayıda öğrenci sosyal bilimlerde deney yapılabileceğini söyler. Bunun birinci sebebi deneylerin sadece doğa bilimleriyle uğraşanlara mahsus olduğu inancıysa, ikincisi de sosyal bilimlerde ilgilendiğimiz konuyu etkileyebilecek diğer bütün etkenleri yalıtabileceğimiz bir “laboratuvar” ortamının mümkün olmadığı düşüncesi. Sosyal bilimlerin saha çalışmaları ayakkabılarımızı kirleteceğimiz evler, sokaklar, köyler, işyerleri ve tarlalar olduğundan; bizim o tür ortamlarda “steril” bir ortam yaratmamız pek olası gözükmüyor. Bu nedenle de deneyler, başka bilim alanlarına terk edilmiş durumda.

Siyaset biliminin önde gelen isimlerinden Lijphart, 1971’de yazdığı bir çalışmada “deneysel yöntem bilimsel açıklama için en iyisidir ancak pratik ve etik engellerden dolayı çok az uygulanabilir” der. Bizim de sık sık başvurduğumuz King ve arkadaşlarının (1994) kitabında deneysel yönteme hiç yer verilmez ancak deneylerin deneysel olmayan çalışmalarda kullanılabilecek bazı ipuçları sağladığı söylenir.

Gerçekten de son yıllara kadar bu inancı doğrulayacak bir araştırma ortamı vardı. Psikoloji ve psikoloji ile yakın ilişkili alanlar haricindeki sosyal bilimlerde deneylerin yapılamayacağı konusunda bir uzlaşma bulunurken, son dönemde disiplinler arası çalışmaların artmasıyla deneylere dayanan akademik çalışmalara yönelim oluştu. Bugün, uluslararası yazının yanı sıra ülkemizde de siyaset bilimi, ekonomi, eğitim bilimleri ve benzeri alanlarda yapılan deneysel çalışmaların yaygınlaştığını görüyoruz.

Eski sayılacak bir çalışma, siyaset biliminin önde gelen dergilerinden biri olan APSR’de deneysel yöntemle yapılmış çalışma sayısının 1980’lere kadar neredeyse yılda dört-beş civarında kaldığını, ancak 1980 sonrasında yüksek bir artış gösterdiğini ortaya koyuyor. Şu andaki verilerse aynı derginin yılda 25’in üstünde deneysel yöntemle yürütülmüş çalışmaya yer verdiğini gösteriyor. Ayrıca siyaset biliminde sadece deneysel yönteme dayanan çalışmalara dayanan bir dergi, Journal of Experimental Political Science da yayınlanmaya başlamış. İktisat alanında da durum daha farklı değil, iktisat biliminin deneylere yer vermesi için “akılcı seçmen” varsayımını sorgulaması gerekirken; “deneysel sosyoloji” ancak mikro-sosyolojinin görünür olmasıyla mümkün hale geldi. Bu arada bütün bu alanlarda 1945 öncesinde deneysel çalışmaların yapıldığını ancak daha sonra bu yöntemin arka planda kaldığını da bilmemiz gerek. Şu anda her iki alanda da bu konuları çalışan saygın bir “epistemik” cemaat oluşmuş durumda.

Saydığımız alanlarda deneysel yöntemlerin yaygınlaşmasıyla, paradigmaların gelişmesi arasında bir ilişki görebiliyor musunuz?

 

Ülkemizde sosyal bilimlerde deneysel yönteme verilen önemin arttığını biliyoruz, eskiden araştırma yöntemleri derslerinde bir bölümde anlatılıp geçilen konu artık neredeyse kendi başına bir ders konusu olmuş. Genç akademisyenlerin ilgilerini göstermesi açısından ilginç bir veri kaynağı olan YÖK Tez Veritabanı sorgulamaları ilginç sonuçlar veriyor. 1991-2000 yılları arasında tez özetinde “deney” ya da “deneysel” kelimesi geçen tez sayısı 594. Bu rakam 2001-2010 yıllarında 3042’ye, 2011-2020 yıllarındaysa 7078’e yükseliyor. Kısa bir tarama sosyal bilimler alanında olan tezlerin büyük çoğunluğunun Eğitim Bilimleri ve Psikoloji alanında yazıldığını gösteriyor, Ekonomi ya da Siyaset Bilimi alanlarında deneysel yöntem içeren tez sayısının az olduğunu da biliyoruz. Bu açıdan önümüzdeki dönemde deneyleri içeren çalışma sayısının Eğitim Bilimleri ya da Psikoloji alanı haricindeki alanlarda da artmasını bekleyebiliriz.

 

Neden Deney Yapmalıyız?

Biz sosyal bilimciler için deney yapmak sadece moda olan bir yöntemsel tercihi yakalamaktan öte bir anlam taşıyor. Bilimsel çalışmanın bir amacının içinde yaşadığımız dünyanın belirsizliğini neden-sonuç ilişkileri taşıyan genellemeler ile azaltmak olduğunu söylemiştik. Eğer bir X olayının, belirli bir hata payıyla da olsa Y sonucuna yol açtığını söyleyebilirsek; her X gördüğümüz yerde bir olasılıkla Y ile karşılaşmayı bekleyebiliriz. İşte bu, bizim içinde yaşadığımız karmaşık dünyanın eksik bir temsilini oluşturur. Çünkü her zaman Y’yi etkileyen birden fazla X bulunur, üstüne üstlük bu X’ler de kendi aralarında etkileşime girerler. X, Y’ye yol açar diyebilmek için elimizdeki verinin bunu destekleyebilir olması gerekir. Bazı araştırmacılara göre de bu cümleyi kurabilmek için kullanabileceğimiz tek yöntem, deneysel yöntem.

Örneklememiz gerekirse, televizyonda seyredilen şiddet sahnelerinin çocuklarda şiddet eğilimini arttırdığını düşünüyoruz ve bu konuda araştırma yapıyoruz. Örneklemi nasıl oluşturduğumuzu bir kenara bırakarak, örneği düşünmeye devam edelim. Eğer bu veriyi anket yöntemiyle derleyecek olursak, ölçmeye çalıştığımız sorular çocukların ne kadar televizyon seyrettikleri ve ne kadar şiddet eğilimi taşıdıkları olur. Veriyi topladıktan sonra diyelim ki daha fazla televizyon seyreden çocukların daha fazla şiddet eğilimi taşıdıklarını keşfettik. Arada bir ilişki olduğunu söyleyebiliriz. Ama daha fazla televizyon seyretmenin daha fazla şiddet eğilimine neden olduğunu söyleyebilir miyiz?

İki değişken arasında istatistiksel bir ilişkinin gözlenmesinin neden-sonuç ilişkisinden başka nedenleri de olabilir.

  • Tam tersi doğru olabilir : Y, X’e yol açabilir.
  • Üçüncü bir değişken her ikisinin de nedeni olabilir, böylelikle arada istatistiksel bir ilişki varmış gibi gözükebilir.
  • İki değişken arasındaki ilişkinin gözlemlenebilmesi için, üçüncü bir değişkenin de devreye girmesi gerekebilir: X, Y’ye yol açar ama Z de olursa…
  • Zincirleme bir reaksiyon olabilir: X, Z’ye yol açar, Z’de Y’ye, ama biz sadece X ve Y arasındaki ilişkiyi gösterebilir.

Örneğimizde çocukların televizyon izleme sürelerinin yanı sıra sosyoekonomik statüleri, ailenin yapısı -çekirdek aile olup olmadığı-, çocuğun kişiliği gibi nedenler de gözlemlenen ilişkinin bir parçası olabilir. Bu nedenle gözlemlediğimiz istatistiksel ilişki sadece “korelasyonel” olur, nedensellik göstermez. Bu farkında olunması gereken çok önemli bir durumdur. Korelasyon nedensellik anlamına gelmez.

Meraklısına Ek Kaynak: Bu konuda “Korelasyon ve Nedensellik: İki Değişken Arası İlişki (Korelasyon), Nedensellik Anlamına Gelmez!” isimli yazıyı okuyabilirsiniz.

 

Doğa bilimciler, doğada gözlemledikleri ilişkileri nedensellik içerisinde anlamak amacıyla laboratuvarlarında deneyler yapmayı tercih ederler, böylelikle bağımlı değişken üzerinde etkili olabilecek diğer nedenleri yalıtabilirler. Diyelim sulamanın verim üzerindeki etkisini anlamak için bir deney yapıyorlarsa, aynı odada, aynı noktada bulunan ve aynı tohumların ekildiği iki saksıdan birine daha fazla su verirler ve zaman içerisinde iki saksı arasında verim farkı olup olmadığını gözlemlerler. Diğer değişkenler yalıtıldığından, aradaki verim farkının sulamadan kaynaklanıp kaynaklanmadığını söylemek mümkün olur.

Görsel 10.1 Doğa Bilimleri Deney Örneği

 

Bu bağlamda, sosyal bilimlerin çoğunlukla başvurdukları anket ve benzeri yöntemlerin sadece korelasyonel olduğunu söyleyebiliriz, nedensellik iddiası taşıyacak bir araştırma tasarımının deneysel yönteme başvurması daha doğru olur. Ancak burada karşılaştığımız bir sorun da, sosyal bilimlerde laboratuvar ortamının nasıl oluşturulacağıdır; bu soruya verilen yanıtlar, son dönemdeki deneysel çalışma artışının sebebi olarak kabul edilebilir.

 

Deneyler Ne İşe Yarar?

Doğa bilimcilerin deneylerini hipotezlerini test etmek için yaptıklarını biliyoruz. Sosyal bilimcilerin deney yapmak için sadece bilimsel meraklarını tatmin etmekten daha farklı motivasyonları olabilir. Roth (1995), bizim deney yapmamız için üç iyi neden olabileceğini söylüyor:

1) Gerçekleri Bulmak: Deney yapmanın birinci amacı biraz önce bahsettiğimiz nedensel ilişkiyi keşfedebilmek için diğer değişkenleri yalıtarak bir istatistiksel ilişki gözlemlemek olabilir. Deneyler, deneysel olmayan diğer yöntemlerin bir öncülü ya da tamamlayıcısı olarak kullanılabilir. Bağımsız değişkenin etki büyüklüğünü keşfetmek amacıyla da deneylere sık sık başvurulur. Aynı konuda yürütülen deneysel çalışmalar bilimsel araştırma çabasının bütününe katkıda bulunur ve araştırmacılar için bir diyalog oluşturur.

2) Kuramcılarla Tartışmak: Bir başka deney yapma motivasyonu da kuramcıların geliştirdiği varsayımları/öngörüleri test etmek olabilir. Özellikle nedensel ilişkilerin matematiksel olarak ifade edildiği formel kuramlarda öngörülen ilişkilerin var olup olmadığı deneylerle test edilebilir. Bu tür çalışmalar uygulamacılarla kuramcılar arasında bir diyalog geliştirilmesini sağlar.

3) “Prenslerle” Konuşmak: Deneyler akademik camiayla politika geliştirenler arasında bir diyalog kurulmasını da sağlayabilir. Geliştirilen politika önerilerinin ne kadar etkili olduğunu göstermek ve “iyi örnekler” oluşturmak için yürütülen deneyler, önemli politika değişikliklerine yol açabilir. 

Görüldüğü üzere sosyal bilimciler farklı motivasyonlarla deneyler yapmaya yönelebilirler. Bizim ilgilendiğimiz kırılgan gruplarla çalışmalardaysa politika önerileri geliştirmek ya da yürütülen politikaların ne derece etkili olduğunu anlamak için deneyler çok önemli bir fırsat alanı oluşturabilir, bu nedenle önümüzdeki dönemde sosyal bilimlerin geleneksel disiplinleri haricinde de deneysel yönteme başvuran çalışmaların artması kritik önem taşıyor.